Annesi ve meslektaşım olan babası yeni ayrılmışlardı. Okuldan çıkınca büroya geliyor, mesai bitene kadar derslerini yapıyor, bilemediği bir problem ve ya bir soru olursa babasına değil bana soruyordu. Babasının işleri uzarsa benimle satranç oynayarak babasını beklerdi. Güzel bir arkadaşlık kurmuştuk. Çarşamba günlerinde yüzmeye cuma günleri futbola gidiyordu. Bir çarşamba günü babası bana katılması gereken toplantıya benim katılıp katılamayacağımı sordu. Jonas’ı doktora götürecekti. Dizinde bir ağrı olduğunu muhtemelen futbolda ters bir hareket yaptığını söyledi. Takip eden günlerde Jonas bacağı bandajlı ve koltuk değneğiyle gelmeye başladı. Ağrılı dizini kullanmasa da ağrısı devam ediyordu. Yüzme ve futbola ara vermişti. Matematik ödevlerini mutlaka benimle yapıyor , mesai sonrasında da satranç oynuyorduk. Satranç oyununda onu acımasızca yensem de fazla ağrılı olduğu ve keyifsiz olduğu günlerde oyunu ona kaptırmaya özen gösteriyordum. Morali düzeliyor, babasıyla eve giderken büroyu neşeyle terk ediyordu.
Babası Jonas’ın rahatsızlığı nedeniyle sık sık işten izin alıp tahlilerle uğraşıyordu. Üzerinde çalıştığımız proje ile ilgili pek çok iş bana kalmıştı. Büroda daha fazla zaman geçiriyor geç saatlere kadar çalışmak zorunda kalıyordum. Bu arada şantiyede imalat ve projelendirme toplantıları da bana kalmıştı. Birgün şantiye toplantısından sonra tadilat yapmamız gereken bir bodrum katına ölçüm yapmak için indim. Sığnak olarak ayrılmış bölüme girdiğimde sığnak içinde küçük bir bölme vardı. Kilitli olduğu için giremiyordum. Şirketin bina bakım görevlisine sorduğumda şirketin sivil savunma yetkilisinden anahtar alabileceğimi söyledi. Üst kata çıkıp sivilsavunma yetkilisini buldum. Oranın eski bir depo olduğunu sivil savunma ile ilgili gereksiz eski eşyaların bulunduğunu söyledi. Çekmecesinden çıkardığı bir anahtar demetini alıp benimle birlikte aşağı geldi. Odayı açtığında “Bunların hepsi ömrünü doldurmuş, tasviye edilmesi gereken sivilsavunma malzemeleri” dedi. Duvar kenarında sığnakta aydınlanmayı sağlamak üzere elektrik ürtemek için dinamo çevirmeye yarayan bisikletler, su süzmek için filtreler, boş cam damacanalar, mutfak eşyaları, yemek pişirmek için büyük tencereler çocukluğumdan hatırladığım İsveç malı Primus marka gaz ocakları ile ilginç bir yerdi ve hepsi bir antikacı için ilginç objelerdi. Tozlu raflar ve sandıklar haki renge boyanmış silindirik metal kutularla doluydu. Sandıkların üzeri Almanca yazılıydı. Silindirik kutulardan birini aldım. Üzerinde omuza asmaya yaradığını sandığım bir uzun meşin kayış bir de kısa bir meşin kayış vardı. Kutuyu açtığımda kapağın içinde silindirik üzeri delikli bir metal obje kutunun içinde ise kalın dokulu muşamba kaplamalı bir kumaş ve yine meşin kayışlar dikili bir şey vardı. Çıkarıp baktığımda eski bir gaz maskesi olduğunu anladım. Kutunun iç cıdarına iliştirilmiş bir metal cebe yerleştirilmiş bir kâğıtta Almanca maskenin kullanım kılavuzu yine aynı cebin kenarındaki klipslere tutturulmuş ağzı eritilerek kapatılmış cam tüpler vardı. Cam tüplerin içinde zehirli gazların tahlilini yapmak için doldurulmuş toz kimyasallar vardı. Üzrindeki etikette tüp içindeki indikatörün hangi gazlarda tepki vereceği yazılıydı. Fosgen, Tabun, Sarin, Soman vb.
Kutunun dibinde kapakta yer alan ve maskenin ağız kısmına gelen deliğin etrafındaki metal çembere vidalanarak tutturulan filtre kartuşları bulunuyordu. Üzerlerinde yine etkili olduğu gaz türleri bir Alman hassasiyetiyle eksiksiz yazılıydı. Kullanma klavuzunda da farklı gazların zehirlenme belirtileri ve ilk yardım yöntemleri anlatılıyordu. Sivilsavunma yetkilisi hepsinin tasviye edileceğini söyleyince bir tanesini alıp alamayacağımı sordum. Verdiği cevap eksiksiz bir kimyasal savaş kitine sahip olmamı sağlamıştı. Hem de yıllar öncesinden; ikinci dünya savaşından. Ölçümlerimi yapıp eskizlerimi tamamladım ve büroya döndüm. Meslektaşım ve oğlu oradaydılar. Babanın yüzüne baktığımda ciddi bir sorun olduğunu anlamıştım. Ne olduğunu sorduğumda Jonas’ın dizindeki soruna teşhis konduğunu kanser olduğunun kesinleştiğini söyledi. Üstelik kemik iliğinden vücuda kolayca yayılma rizkinin çok büyük olduğunu da anlatmış doktor. Jonas babasının yüzünden olayın vahametini anlamış korkulu, gözlerle bakıyordu. Satranç oynamak için de ısrar etmedi. Her ikisinin de morali dibe vurmuştu. Omuzumda asılı haki metal kutuyu aldım Jonas’a uzattım. Merakla “Ne var içinde?” diye sordu. Aç bak dedim. Kutuyu açtı pek bir anlam veremedi. İçindeki maskeyi çıkardığında her oğlan çocuğunda çok olası bir tepkiyle gözleri büyüdü. “İkinci dünya savaşından kalma bir gaz maskesi” dedim. Hemen kafasına geçirdi filtrelerden birini maskeye taktım. Konuştukları boğuk bir ses ile geliyordu. Maskeyi çıkardım, ona Fosgeni Sarin gazını anlattım. İlgiyle dinliyordu. Neşelenmişti. Önce bir siren sesi çıkardı acleyle maskeyi takıp bir nazi askeri oldu. Babasının da düşünceleri dağılmıştı. “Savaştan kalma bir motosikletimiz vardı şimdi bir de gaz maskemiz var. Sen motosikleti restore ettiğinde gezerken ben de maskemi takıp sepette oturabilirim” dedi babasına. Umutla gülümsedi babası.
Jonas kemoterapiye başlamış, saçları dökülmüştü Kemoterapi seansları onu yorgun düşürmüş olmasına rağmen çocuksu neşesinden fazla bir şey kaybetmemişti. Birgün bürodaki masamda çalışırken birden bire kapı açıldı ve masamın üzerine tüylü bir şey düştü. İrkilmiş yerimden sıçramıştım; şaşkınlıkla kapıya baktım koltuk değnekleriyle Jonas Kapıda duruyor kahkahalarla gülüyordu. Kafasında dökülen saçları gizlemek için kullandığı peruğu masama fırlatmıştı. Babasıyla büroya daha az geliyordu geldiğinde satranç oynamayı ihmal etmiyorduk. Artık güzel oynasa da onu yenmek çok zor olmuyordu. Yenilgiyi de olgunlukla karşılıyor daha iyi oynamak için gayret gösteriyor, zekice oyunlar kuruyordu. Babası işe daha az zaman ayırmak zorundaydı. Günlerce uğramadığı oluyordu.
Birgün yine bir toplantıdan büroya geldiğimde babasının büroda olduğunu gördüm yanına gittiğimde çizim masasının altına serilmiş bir uyku tulumu altlığının üzerinde Yüzüstü uyuyan Jonas’ı gördüm. Bir bacağı kesilmişti, pantolonu itina ile katlanıp çengelli iğne ile tutturulmuştu. Peruğunu çıkarmış başının altına koymuştu. Şaşkınlık içindeydim. Babasının yüzüne baktım, metin olmaya çalışarak fısıldayarak önceki hafta kesildiğini anlattı. Gözlerimden boşalan yaşlarla babasına sarıldım. Onu da ağlatmıştım. Sessizce odadan çıktık. Yayılma rizkini azaltmak için gerekliymiş.
İlerleyen zamanda Jonas babasıyla daha sık büroya gelmeye başladı. Gittikçe erimesine rağmen neşesinden ve ilgisinden bir şey kaybetmiyordu. Gaz maskesi olayından sonra savaşta kullanılan gazlarla çok ilgilenmeye başlamıştı. Sürekli sorular soruyor, onun sorularını cevaplayabilmek için ansiklopediler okuyor kimyasal formüllerini öğreniyor etkilerini korunma yöntemi ve tedavi yöntemlerini öğreniyordum. Kimya öylesine ilgisini çekiyordu ki periyodik sistemdeki pek çok elementi öğrenmişti. Birgün bana “Acaba insan öldürmek için icad edilen bu gazlar gibi, benim kanser hücrelerimi öldürmek için de gazlar icad edilebilir mi? Bir koklayıp iyileşsem” dedi. Ben de ona gördüğü kemoterapini o işe yaradığını anlattım.
Jonas iş yerinde babasının da benim de çok zamanımızı aldığından bir haftasonu mesai yapıp birlikte projenin eksik yanlarını çözmeye karar vermiştik. Cumartesi sabahı büroda buluştuk. Jonas bizi yalnız bıraktı beraberinde getirdiği kitaplara gömüldü. Babasıyla işimizi bitirdiğimizde hepimiz acıkmıştık. Bir pizza siparişi verdik. Beklerken Jonas satranç kutusunu getirdi. Pizza oyun bitmeden gelmişti. Hep birlikte saldırdık ancak birkaç lokmadan sonra Jonas’ın yüzü buruştu, öğürerek koltuk değneklerini kavradı tuvalete koştu. Kusuyordu, bitkindi, yüzü kireç gibi olmuştu. Onu çizim masası altındaki uyku tulumu atlığına yatırdık. Biraz sonra geldi. Yarım kalam satranç oyunumuzun başına oturdu. Bana bakıyordu. “Şimdi iyi değilsin sonra devam ederiz” dedim. Kafasını salladı “Sonra olmaz” dedi. “Neden olmasın, ben pozisyonu not ederim ikimiz de bir kopyasını alırız, sen evde oyunlarını kurar gelirsin” dedim ama ikna olmadı. Kafamı zor topluyordum ilgimi oyuna yoğunlaştırmakta zorlanıyordum. Dikkatim dağılmıştı, onun “Şah ve mat” demesiyle irkildim. Dikkatli baktığımda gerçekten güzel bir hamleyle mat yaptığını gördüm. Elimi uzatıp tebrik ettim. Gözlerimin içine baktı; “Öleceğimi bildiğin için kasten yenildin, değil mi?” dedi. “Böyle konuşursan birdaha seninle oynamam” diyebildim. Ve oynayamadım…
Imza : S.Y
Alıntı:Sadece her şeyimizi kaybetdikden sonra , gerçekten özgür olabiliriz ~