Babaannemin çocukken bize anlattığı bir kıssa vardı:
Dilenci kızını padişahın oğlu şehirde gezinirken görüp beğenir ve beğenmekle de kalmaz aşık olur. Ailesinden isteyip, kızın gönlünü yapıp kendine gelin eder. Kırk gün kırk gece düğün, ziyafet ve eğlenceden sonra dilenci kızı sarayda yaşamaya başlar. Saraya sultan olan genç kız her sabah odasına getirilen kahvaltı tepsisini pencerenin içindeki denizliğe koyup, pencere önünde diz çökerek; "Pencere, pencere ne olur, allah rızası için bana bir lokma ekmek ver" diye dilenmeden kahvaltısını yapmazmış.
Çocukluğumda dinlediğim bu kıssadan da hiç bir hisse alamamış olduğumu dinledikten 45-50 yıl sonra bu gece anladım. Bana gümüş tepside sunulan kahvaltı tepsisinden ekmek dilendim.
Erdem günümüzde az sözü edilen ve eskimiş ama henüz küçümsenemeyen bir kavram. Yeni değerlere yenik düşmüş de olsa bütün azameti ile yerinde duruyor ve gittikçe azalsa da toplum içinde pek çok insanda mevcut. Bizim kirli dünyamızdaki kirli ruhlarımız da erdemli bir insan ile karşılaştığımızda onlarda kötülük aramaya çalışıyor. Doğada çimlerin içinde elektrik prizi aramak gibi bir şey bu. Birbirlerine ait değiller. Ama ben bunu yaptım. Bana yalnız ve yalnız beni sevdiği için hiç karşılık beklemeden binbir zahmetle gece boyu dağ tepe otlatıp beslediği koyunlarından sağdığı sütü getiren insana "İçine su katmadın değil mi? lütfen bana getirdiğin sütü sulandırma" dedim; ve bunu birden çok kez yineledim. Erdemin sarayında kötülük aradım ve erdem dilendim. Karşımdaki erdemli insanı nasıl incittiğimi ve ona karşı ne kadar küçüldüğümü anlatmama gerek var mı?
Kirlenmiş dünyanın değerlerini eleştirirken kendi yozlaşmış ve kirlenmiş ruhlarımızı düşüncelerimizi de arındırmamız gerekiyormuş. Küçük düşmüş olsam da bana bunu düşündüren insana minnettarım.
Alıntı:Sadece her şeyimizi kaybetdikden sonra , gerçekten özgür olabiliriz ~