Çenelerimin titremesine engel olamıyordum; dişlerim kurumuş kıkırdaklar gibi kıkırdayarak birbirine çarpıyordu sürekli. Gök yüzündeki yarım aydan yayılan ışığın uçsuz bucaksız gibi görünen kar örtüsünden yansımasıyla aydınlanan garip bir sessizlikle çevriliydim. Ay görünmesine rağmen serpiştiren kar koyu renkli otomobilin sıcak kaputunun üstünde eriyerek süzülüyordu aşağıya doğru. Sağımda ve solumdaki iri, soğuk kamyon karaltıları üstleri serpiştiren karla kaplanırken sanki yıllardır orada gibiydiler. Oysa şu sağımda duran kamyonu kilometrelerce takip etmiştim karla kaplı ovayı geçerken. Herkes hava açıkken kar yağmaz diye bilir ama, yağıyordu işte! Karla kaplanmış tepelerden aşağıya doğru esen rüzgarın getirdiği kar taneleri midir, yoksa havanın soğukluğundan mıdır, nedir? Bilemem, ama ay ışığı altında yağıyordu kar!
Ovaya, diğer ucundaki tepeden inerken gideceğim yönde yükselen tepedeki beyazlığı seçince anlamıştım başıma gelebilecekleri. Gök yüzü açık olmasına rağmen orada burada bulutlar seçiliyordu. Geldiğim yerde ve yol boyunca yağmur vardı, yüksekler de dahil. Önümde ovayı dümdüz geçen bir yol, bir tepe, iniş, tekrar ve daha yüksek bir tepe ve kıvrıla kıvrıla şehire giden bir iniş beni bekliyordu. Geldiğim yönden ovaya indiğim anda yolun sağında ve solunda beliren karlar bir müddet sonra yolda da kendini göstermeye başlayınca, koca bir kamyonu kendime seçip uygun bir mesafeden izlemeye başlamıştım. Yolun üstündeki kar kalınlığı gideceğim yöndeki ilk tepeye doğru sağa dönmesiyle birlikte arttı. Burası böyle ise, tepe nasıldı kimbilir? Hayır, ben karda, buzda otomobil kullanmayı becerebilen bir insanım ama önümdeki tepeler her sene kar nedeniyle trafiğe kapanan tepelerdi ve bu sefer bana denk gelebilirdi pek ala. Yol sağa döndü, solda, iç taraftaki ilçeyi geçtik, bir sonraki ilçeye doğru usul usul yol aldım arada bir kayan ama kendini kontrol eden araca vererek tüm dikkatimi. Sonunda korktuğum oldu, kar yağışı yoğunlaştı ve önümdeki kamyonun kırmızı fren ışıkları kar tanelerinin arasından parladı. Çift yolun sol tarafından gelen hiç bir araç yoktu bir müddettir. Benim bulunduğum yolun sağ tarafına park etmiş karla kaplı kamyonları ve otomobilleri seçmeye başladım tek tük. Önüme bakmaktan sağıma doğru dürüst bakamadığımdan anlayamıyordum neden orada park ettiklerini araçların. Aslında anlıyordum da, anlamazlıktan geliyordum galiba. Araçlar, kardan yansıyan far ve ay ışığın ın içinde karanlıkta öyle yatıyorlardı. O yıllarda yolun o kısmında sığınacak bir tek yer yoktu, biraz ilerde, sol iç tarafta büyücek bir yerleşim yeri olmasına karşın. Şimdi oralarda kilometreler boyu leblebici, çorbacı, börekçi, kokoreççi, lokantanın yanısıra alış veriş yerleri bile var.
Nihayet önümdeki kamyon sağa doğru giriverdi ağır ağır ve bir trafik polisi aracının yanıp sönen ışıkları selamladı beni. Ağır ağır polis otosuna doğru yaklaştım başıma geleceklerin gelmemesini dileyerek. Beyaz beresi karla kaplı, uyarıcı sarı yeleğini kalın gocuğunun üstüne geçirmiş bir trafik polisi durmamı işaret etti, bir yandan eliyle sağa doğru beni yönlendirerek. Camı indirerek selamladım polisi. Yorgun ve bıkkın bir sesle
“İçeri çek içeri, park et aracı!. Kar var, kaygan yol” diye seslendi bulunduğu yerden. bir yandan da hala eliyle işaret ediyordu daha içeri çekmem için aracı.
“Neden? Kapalı mı yol?”
“Çok kar var. Buzlanma var, çıkamazsın”
“Zincir var, takayım mı? Giderim ben”
“Kapalı, kapalı. İki yön de kapalı. Çıkamazsın, içeri çek, park et!” diye tekrarladı ve beni bırakıp yürüdü kendi otomobiline.
Çaresiz, aracımı yolun sağına doğru hareket ettirdim. Yol boyu uzanan geniş bir düzlüktü, yolun sağı. Hala da öyledir. Önümden giden kamyonun peşine takılıp sürdüm arabayı, tekerleklerin ezdiği kar yığınlarının sesini dinleyerek. Park etmiş bir sürü kamyon vardı daha önce seçemediğim. Takip ettiğim kamyon sola dönerek gidiş istikametinde ve önümde bir yerde durdu. Ben de onun soluna yanaştım. Soluma park etmiş kamyonlardan artık trafik polisinin aracı görünmüyordu artık. Motoru kapattım. Her yer kar içindeydi.
Şimdi zincir taksam ben yolu bal gibi giderim, ilk tepeyi çıkar ve inerim, yol geniş ve düz.İkinci tepenin çıkışı az ama çift yol olsa bile inişte çok dik yerler var. Şimdi oralar donmuş olabilir, üstelik bir sürü de viraj var. Hadi ben emniyetli bi şekilde sürdüm diyelim, bu şehirde yaşayanlar kar ve buzda otomobil kullanmakta çok beceriksizler (Evet, öyledir…Yazın 40 dereceye kadar çıkar sıcaklık, ve kar falan bilmezler ama işte bu meşhur tepe ve ondan sonrası her sene çok kar alır ve mutlaka bir kez kapanır) . Adam şimdi kaydıracak arabasını gelip vuracak, al başına belayı! Ne olursa olsun tehlikeli, benim için de tehlikeli ama ne yapsam acaba? Arabanın içinde ne yapacağım peki bu havada donarım ya. Bu yolu bunlar sabaha kadar açmazlar! Bu kamyon şoförleri ne yaparlar acaba, yahu sığınacak sıcak bir yer bile yok. Ölsek kim bilecek?
Önüme bakarak düşünürken arkamdan gelen bir kaç araç durup zincir taktılar ve yürüyüp gidiverdiler, bazıları zincir için falan da durmadılar. Polisin yolun kenarına park etmeleri için çevirdiği araçlardı bunlar, tepelerin ardındaki şehire giden, plakları böyle dedi en azından. E şimdi bunlar gidiyorsa bu havada, zinciri takıp gideyim ben, yoksa burada çakılıp kalacağım.
Araçtan inmeden önce kalın deri gocuğumu sırtıma geçirdim, eldivenlerimi taktım. Dışarı çıkar çıkmaz tertemiz ve buz gibi hava ciğerlerime doldu. Tekrar içeri uzanıp başıma şapkamı geçirdim. Hızla bagaja yöneldim. Donmuş bagaj kapağı biraz zorladı açılmak için. Zincir takımını çıkardım. Birisini açtım. Sol ön tekerleğin önüne eğilerek kar yığınını ellerimle temizledikten sonra zinciri serdim. Araca binerek biraz ilerdim. Tekrar indim. Sanki hava daha da soğumuş gibi geldi. Zinciri lastiğe geçirmeye çalıştım ama, eldivenli elimle zinciri kavrayamdım bir türlü. Eldivenleri çıkarıp buz gibi olmuş zinciri yakaladım, çekiştirdim. Bu kez de çamurluğa yapışan buz engel oldu ve zaten lastiği iyi oturtamamıştım. İyi de görememeye başlamışım gibi geldi. Atıştırıp duran karın gözlüğüme yapışması bir yana sanki ışık da azalmıştı. Birden çok üşüdüm; araca girip motoru çalıştırdım ve ısıtıcıyı açtım. Pencereden başımı çıkararak lastiği zincirin üstünde tekar ayarlamaya çalıştım aracı ileri geri sürerek Yağan kar içeri doluştu. Üşümem geçince tekrar çıktım dışarı. Kaç kez taktım söktüm ben bu zinciri birazdan hallederim. Lastiğin yanına çömelip zinciri yakaladım. Buz gibiydi. Zinciri lastiğin iç tarafından yukarı doğru geçirmeye çalışırken bir kaç kez düşürdüm. Bacaklarım uyuşmaya başlayınca ayağa kalktım ve birden titremeye başladım. Önce hafif ürpertiler ve sonra da bayağı titreme. Bunu da çenelerimin takırdaması takip etti. Evet, insanın çeneleri gerçekten titriyor dişleri birbirine çarparak.
Donuyor gibi hissettiğim ıslak ellerime eldivenlerimi geçirdim. Kollarımı göğsümde kavuşturarak ellerimi arasına sıkıştırdım. Bu zinciri takamayacağım besbelli benim şimdi de burada ne yapacağım yahu. Kaputtan süzülen erimiş kar sularını izlerken sağımdan bir araç yaklaştı. Eski, station wagon bir Renault. İlgilenmedim önce. Aracın camı açıldı ve bir baş uzandı dışarı. Genç bir ses “Zincir takalım mı abi?” dedi, yanıtımı beklemeden indi arabadan. Yanıma geldi, elindeki el fenerinin ışığında lastiğin altındaki zinciri gördü ve Reanult’a doğru seslendi.
“Feriit, abimin zinciri varmış, gel hemen buraya bekletmeyelim abimi!” Bir yandan bana bakıyordu. Dişlerimin takırdamasını engellemeye çalışarak başımla işaret ettim evet manasına. İyi kötü bir şeyler de söyledim. Ancak bir problem vardı ki yanımda beş kuruş para yoktu, malum her yerde kart kullanıyoruz. “Abim geç sen içeri, üşütmeyelim seni, üşümüşsündür zaten” Araca girip oturdum. Sağ koltukta ne olur ne olmaz diye çantama koymadığım bir yün kazak vardı, kalınca, v yakalı. Tekrar dışarı çıktım ve durumu söyledim.”Abim, üzme sen canını, canın sağolsun” gibi bir şeyler söylediler. 1o dakika içinde zincir takma işi bitti. iyi olmuş mu diye kontrol ettik. Sonra kazağı verdim, memnun kalarak aldılar. Ben de araca girip motoru çalıştırdım. Sırtımdaki gocuğu titremem geçinceye kadar çıkarmadım.
Hazır olunca, aracı ağır ağır ilerleterek uzanıp giden kamyon zincirinin sonundan tekrar karla kaplı yola çıkardım. Arkamdan gelen tek tük araçlar, üstelik zincirsiz, beni geçip gittiler. Arkamda kalan trafik polisi aracı görünmüyordu bile ve hala kar atıştırmaktaydı.
Başka bir boyuttaymış gibi sürdüm arabayı 2 saat boyunca. Her yer karla kaplıydı. Kar yağıyordu ve yol kenarı işaretlerini görmek bile çok zordu. Önümdeki ilk yokuşu çıktım ve indim, hep 2. viteste maksimum 20 km hızla sürdüm aracı. Sonra ikinci tepe geldi korkunç eğimleri ve virajlarıyla. Karla kaplı yolda bu yapmak zorunda kaldığım çılgınlığı anımsamak bile istemem hala. Bitmeyecek bir kabus gibi geçen bir süreden sonra her şeyin sonu olduğu gibi, bu yolun da sonu oldu. Karlar içindeki şehiri de zincirli tekerleklerle geçtim. Şehir bitince, coğrafyanın gereği olarak yoldaki kar da yok oldu. Sağdaki ilk benzin istasyonda durdum zincirleri çıkarmak için.
Otomobilden çıkıp bagaja doğru ilerlediğim sırada birden sırtımda serin bir ıslaklık hissettim. “Terledim tabii tepeden inerken, çok sıktım kendimi.” Elimi kazağın altından sırtıma götürüp gömleği kontrol ettim. İnce kazağımın içindeki gömleğin her tarafı sırıl sıklamdı, kollarım, göğsüm ve hatta, kazağın sırtı ve koltuğumun sırtımı dayadığım ve oturduğum kısımları da…
İlk fırsatta sürücü koltuğuna oturma ve sırt kısmında havalandırma sağlayarak terlemeyi önleyen özel bir minder yastık seti aldım.
Kisa bir Not: Benim hikayem degildir
Alıntı:Sadece her şeyimizi kaybetdikden sonra , gerçekten özgür olabiliriz ~